Yankı fanusları haber alma alışkanlıklarımızı nasıl değiştiriyor?

Yankı fanusları haber alma alışkanlıklarımızı nasıl değiştiriyor?

Dijital medya şüphesiz bilgiyi özgürleştirip yaygın hale getirerek geleneksel gazete/haber formatlarını ve geleneksel gazeteciliği kökten değiştirdi. Değişim yalnızca haberin üretim kısmıyla da sınırlı kalmadı, haber tüketicisi (eskiden okur, şimdi kullanıcı) da haber alma alışkanlıklarını bu dönüşümde değiştirmeye zorlandı.
Bu makale sosyal ağların internetin kendisi haline gelmesi ve algoritmaların içeriği kişiselleştirmesinin kısaca bildiğimiz web yapısının değişmesinin haber alma alışkanlıklarımıza ve okuduğumuz haberlere nasıl etki ettiğine dair bir açıklama sunmayı hedefliyor.

Bildiğimiz Webin Sonu

Geçtiğimiz 10 yılda web sessiz ama derin bir dönüşüm geçirdi. Son yıllarda hızı artan bu dönüşüm, internetin gayri merkezi ve bilgiyi dağıtıcı yapısını bozup, kullanıcıyı daha kapalı, daha merkezi ve kişiselleştirilmiş bilgiye mahkum etmek üzere gerçekleşti.
Bu kurgunun temellerinden biri hiperlinklerin tehdit edilmesi. İranlı blog yazarı Hossein Derakshan hiperlinkleri “sadece web’in iskeleti değil: onun gözleri, ruhuna giden bir yol” olarak tanımlıyor. Derakshan’a göre hiperlinkler sosyal ağların onları yok etme tehtidiyle karşı karşıya:
“Neredeyse bütün sosyal ağlar, bir linki metni zenginleştirmenin bir yolu olarak görmek yerine, ona başka bir nesneye — bir fotoğrafa veya bir parça metne — nasıl davranıyorsa öyle davranıyorlar. Tek bir link paylaşmaya ve onu yarı demokratik beğenme, artılama ve kalpleme sürecine sunmaya teşvik ediliyorsunuz. Bir metne fazla link eklemek genelde izin verilen bir davranış değil. Hiperlinkler nesneleştirilmiş, izole edilmiş ve güçleri ellerinden alınmış.”
Linklerin gücünden beslenen web sayfaları ve linklerin köprü olma gücünü kullanan web, sosyal medyanın interneti yemeye başlamasıyla ölüm kalım savaşına itilmiş durumda. Bugün sosyal medyada paylaşılmayan bir içerik neredeyse var olamıyor. 
“Aşağı yukarı bütün kuramcılar, bakmak hakkında onu güçle ilişkilendirerek, çoğunlukla olumsuz bir şekilde, düşünmüşlerdir: Bakan kişi, bakılan kişiyi soyar ve onu zeka ve eylemden yoksun güçsüz bir nesneye dönüştürür. Güçlü bir site — Google veya Facebook mesela — başka bir web sayfasına baktığında veya link verdiğinde ona sadece bağlanmaz — onu var eder; ona hayat verir. Mecazen, bu güçlendirici bakış olmadan, web sayfanız nefes alamaz. Sitenize ne kadar link yerleştirmiş olursanız olun eğer biri bakmıyorsa aslında sayfanız ölü ve kördür; bu nedenle dışarıdaki başka bir siteye güç aktarma yeteneğinden yoksundur.” 
Derakshan’ın bildiğimiz webin sonunun geldiğine dair çarpıcı tezinin diğer yapı taşı ise algoritmalar.  Algoritmalar sosyal medyada neyi beğeniyorsak (like ya da fav) bize beğendiğimiz şeyi ve onun benzerlerini gösteriyor. Derakshan bunun azınlık grupların radikalleşmesi gibi sosyal sonuçları olacağını belirtiyor:
“Algoritmalar bizi küçük ideolojik baloncukların içine hapsediyor. Hiperlinklerle birlikte toplulukların içinde var olan bağlar da kopuyor. Bu baloncuklar bizi diğerleriyle aynı insan olmaya itiyor. Yani aynı baloncuk içerisindeki diğer insanlara daha çok benzemeye zorlanıyoruz.”
Sosyal medyası olmayan web sayfalarının yakında varolamayacağı bir dünyada haberlerin kime ulaşacağına da yayın yönetmenleri ya da gazeteciler değil Facebook karar verecek. Derakshan, linkleri birbirine bağlayan bir araç olarak Google’dansa Facebook’un internet için çok daha büyük bir eşik bekçisi (gatekeeper) haline geldiğini belirtiyor.
“Dikkat ederseniz Facebook’ta birşey paylaştığınızda onu ‘öne çıkarmanız’ gerektiği belirtiliyor. Facebook takipçilerinizi çalıyor ve size onları geri satmaya çalışıyor.”

Merkezileşen İnternet: Yankı Fanusları

Algoritmaların içeriği kişiselleştirmesi ve biz neyi seviyorsak bize sevdiğimiz şeylerden daha fazla göstermesi bugün birçok insanın kazara kabullendiği ve bundan az çok memnun olduğu bir durum. Facebook kullanan milyonlarca insanın aslında aynı anda internet kullandığının farkında olmaması bu durumun ortaya çıkarabileceği vahim sonuçlara dair bir ipucu verebilir.
Algoritmalar ve bizim için kişiselleştirdiği sayfalarımız bizi günden güne filtre baloncuklarının içine sıkıştırıyor. Bu önermeyi daha iyi anlayabilmek için sık sık duyduğunuz şu tarz soruları hatırlayın: “Trump fanatikleri, Trump’ın tamamen deli saçması açıklamalarını nasıl savunabiliyor?” ya da “Türkiye’de AKP’ye oy veren seçmen, AKP’nin yolsuzluk skandalına nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyor?”
Bu sorulara internetin değişen ve daha da karanlık hale gelen yüzüne bakarak verebileceğimiz cevap artık hepimizin yankı fanusları (echo-chamber) içinde yaşadığı gerçeği. 
Bir yankı fanusu, benzer sahiplikleri ve ilgi alanları olan, benzer düşüncelerin peşine takılmış kişilerin oluşturduğu kapalı bir grubu tanımlıyor. Doğası gereği bu kapalı grup, aynı düşünceyi birbirine yineleyip duruyor ve zamanla aynı bakış açısının bir yankısını yaratıyor. Bir yankı fanusu içine sıkışan kişiler kendi düşündüklerinin ötesinde bir dünya görüşüne git gide daha az rastlamaya başlıyor, kendi düşündüklerine yakın içeriklere, yazılara ve düşüncelere daha sık denk geliyor. Bu grup içerisindeki insanların kendi düşündüklerini onaylar içeriklerle karşılaşması, onları hem daha mutlu hem de düşüncelerinin haklı olduğuna dair geri dönülmez bir inanca bağlanmış hale getiriyor.
Duygusal patlamaların olduğu kriz zamanlarını düşünün. Aynı bakış açısını paylaşmayan insanların birbirlerini Facebook’ta arkadaşlıktan çıkardığını hatırlayacaksınız. Bunun en bariz örneği akraba temizliğidir. Akrabalarının ‘saçma’ ‘cahil’ ‘vurdumduymaz’ yorumlarını ve paylaşımlarını görmek istemeyen bir çok insan görüştüğü-görüşmediği akrabalarını Facebook’tan çıkararak bu duruma bir tepki gösterir.
Bu tarz ‘arkadaşlıktan çıkarma’ ya da ‘takip etmeyi bırakma’ gibi dilimize çok kısa bir süre önce yerleşen dijital hamleler, bugün dünya görüşümüzü biçimlendirecek kadar kritik bir öneme sahip. Aynı görüşü paylaşmadığımız insanları Twitter zaman tünelimizden, Facebook arkadaş listemizden çıkardıkça, aynı dünya görüşünü paylaştığımız insanlarla kendimizi bir yankı fanusunun içine hapsediyoruz. Bu fanus, aynı sesin, tek bir yerden çıkıyormuşçasına, yankılanıp durmasına neden oluyor.
Algoritmalar ise bu ruh halinden yararlanıyor ve teşvik ediyor: ‘bunu beğendin, o zaman bunu da beğenirsin’ mantığıyla ‘beğenilenlerin’ pekiştirildiği bir zaman tüneli, bir Facebook sayfası yaratabiliyor.
Bu gidişatın en somut karşılığı 2011’de Tahrir Meydanı’ndaki ayaklanmaları sosyal medyada organize edenlerden Wael Ghonim’in açıklamasında görülebilir.
“Sosyal medya sayesinde, aynı dünya görüşünü paylaştığımız insanları birbiriyle iletişime geçirebilme kapasitesine sahiptik ve bizim dışımızda kalan herkesi bloklayabiliyor, sessize alabiliyor, takipten çıkarabiliyorduk. 5 yıl önce ‘toplumu özgürleştirmek istiyorsanız tüm ihtiyacınız olan internet’ diyordum. Bugün ise toplumu özgürleştirmek istiyorsak, önce interneti özgürleştirmeliyiz demek daha doğru olur.”
Leon Festinger’in araştırması gösteriyor ki insanlar kendi düşüncelerini haklı kabul eden kişilerin düşüncelerini duymaya ve içsel çatışmalarını çözecek açıklamaları okumaya daha meyilli. Bu da internetin şu an kolayca karşılığını verebileceği bir istek.
Alan Martin’e göre sosyal ağların ve internetin bizim için kişiselleştirilmesini kabul ederek kendimizi bizim dışımızda kalan dünyanın bakış açısından ve deneyiminden de mahrum bırakmış oluyoruz. Savunduğumuz dünya görüşüne olan bağlılımız ve haklılığımıza olan inancımız her geçen gün kişiselleştirildiği için bize istediğimizi veren zaman tünelleri tarafından yeniden ve oldukça sağlam bir şekilde şekillendiriliyor.

Fanus’ta Bir Bilgi: Doğru mu Yanlış mı?

Bugün çoğumuz haberleri sosyal medyadan takip ediyor. Bazen Twitter’da ‘scroll ederek’ bazen tıkladığımız haber linkleri üzerinden. Türkiye’de kentli nüfusun yüzde 67’si haberi sosyal medyadan alıyor ve bu oran Türkiye’yi haberi sosyal medyadan alan ülkeler arasında birinci sıraya yükseltiyor.
Facebook’un Instant Articles (Anlık Makaleler) gibi yeniliklerle haberi de içine alan bir platform olma telaşı şüphesiz yukarıda bahsedilen teorilerden bağımsız değil. Facebook daha kapalı bir platform oldukça ve algoritmalarını şeffaflaştırmadıkça kimin hangi haberi aldığını, hangi haberi okuduğunu bilemeyeceğiz. 
Birer yankı fanusu içinde yaşadığımız gerçeğini özellikle Türkiye gibi ülkelerde kutuplaşma ile birlikte okumak gerek. Haber alma alışkanlıklarımıza hükmeden amaçlı bilgi seçimi, sosyal ağların kapalı algoritmalarıyla “işlevli” hale getirilirken, Instant Articles ya da hiperlinklerin yok edilmesiyle kapalı birer uygulamaya sıkışıp kalmamız interneti daha az özgürleştirici ve daha merkezi bir yer haline getirerek bizi ‘ötekinin’ dünyasından tamamen koparıyor.
Bu ayrı dünyaların insanlarıyız durumu kendisini en çok yanlış bilginin yayılma hızında ve farklılığında ortaya koyuyor. Doğru bilgi kılığına giren yalan haberler her fanusta farklı bir biçimde karşımıza çıkıyor. Kendi fanusunun dışındaki bilgiyi neredeyse hiç görmeyen bir kişinin, yaydığı yanlış bilgiyi doğrulaması mümkün olamıyor. Aynı şekilde, paylaştığının yanlış bilgi olduğuna dair bir duyum aldığında da, eğer duyum bir başka fanustan geliyorsa, kulaklarını bu doğrulama hamlesine tıkıyor ve geri tepme etkisi içine girerek düşündüğüne daha sıkı bir bağlılıkla inanmaya başlıyor.

Matrix’ten Çıkış

İnternetteki varlığımızı kaybetmeden, psikolojimizi ‘dış dünyanın’ saldırılarından, ‘ötekinin’ vurdumduymazlığından koruyabilmek için geliştirdiğimiz takibi bırakma, arkadaşlıktan çıkarma butonlarına tıklama alışkanlığımız, bizi her geçen gün daha yalnız, daha kapalı bir dünyanın içine hapsediyor.
Peki, hapise tıkılmadan ancak ruh sağlığımızı da kaybetmeden yankı fanuslarından çıkmamız mümkün mü? Hemen şimdi, farklı dünya görüşünden bir insanın zaman tüneline sahip olmak istesek, bunu başarabilir miyiz?
Martin’in yankı fanuslarından çıkabilmemiz için yaptığı en önemli öneri, güvenli bölgemizden ayrılmak için cesaret toplamak ve farklı haber kaynaklarını, farklı dünya görüşlerini okumak için kendimizi zorlamak.
Derakshan ise internetin, üzerimize en uygun kıyafeti diken bir terzi gibi değil, bizi şaşırtan bir DJ gibi davranması gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca Facebook gibi dev yapılar algoritmalarını açmaya zorlanmazsa, alışkanlıklarımız, sevdiğimiz şeyler bu dev yapılar tarafından belirlenmeye devam edecek. 
Belli bir dünya görüşü etrafında dizilen grupların radikalliğinin, kutuplaşmanın, nefret ve saldırganlığın açıkça teşvik edildiği bir dönemden geçerken, birbirini dinleyen insanlara olan ihtiyacımız da günden güne artıyor. İnternetin alışkanlıklarımızı değiştirdiğine ve birbirimize sırtımızı dönmemizi kolaylaştırdığına yönelik farkındalık, engelleri aşmak için ilk adım olabilir.
* Haber Okumaları, İletişim Yayınları, Aralık 2016, Yasemin İnceoğlu (Derleyen), Savaş Çoban (Derleyen)